18 Ekim 2012 Perşembe

:)

 
   Şaheste hanım 'küçük kadınlar’ yada 'dallas' dizisinde gördüğü bir sahneden etkilenip 'kucağıma almak istiyorum verin yavrumu' nidalarını atması yüzünden, poposuna şaplağı yiyemeden, nefes almak hakkında hiçbir fikri olmadan Azra dünyaya gelmiştir. Aylardan hazirandır, günlerden çarşamba, akşam üstü 6.30 sularıdır, daha karanlık basmamıştır. Başarısız bir hemşire tarafından çekiştirile çekiştirile hayata itilmiştir Azra.
  Şaheste hanımın erken teması yüzünden alabildiğince tüm enfeksiyonları kapmıştır Azra. 4 yaşındayken boyundan daha fazla alerjik reaksiyonlara sahiptir. Polene, karabibere, güneşe, süt ürünlerine, kedilere, köpeklere. B
u yüzden kazaklarının sağ tarafı burnunu silmekten ötürü hep ıslaktır. Doğarken annesinden nefret etmiştir, eli mahkumdur, buna mecburdur. Yaratılışındaki hasarların çoğu annesi Şaheste hanıma aittir. Annesi için 'günah' kavramı herhangi bir dini mensuba ait olmaktan yada olmamaktan daha önemlidir. 'Tırnaklarını gece kesme'den iki adım öteye gidememiştir öğretileri. Bu yüzden herhangi bir şeye inanmak yada bağlanmak yada ondan medet ummak boş kavramlardır. Hiçbir zaman merak etmemiştir, sormamıştır da ama tırnaklarını hep öğlen vakitlerinde kesmiştir. Hatırlamak istemediği günlerden sadece bir tanesinde 15 yaşındadır. Sivilceli, ergen ve kendisinin bile tanıyamadığı sesini yükselterek annesinin omuzlarından tutup sarsmıştır:
  -Ne oldu bu 70 lerde, lütfen anlat bana, nedir bu mutsuzluğun kaynağı?
    Bu ani çıkış annesini şoka sokmuştur. Oysaki kahvaltıda çay içmek gibi, yağmurda şemsiye açmak gibi, hapşırırken çok yaşa demek gibi bir şeydir annesi için serzenişte bulunmak, siz beni anlamıyorsunuz demek, o yıllarda diye başlayan ve hiç sonu olmayan keder dolu cümleler kurmak. Zaten lise onun için cehennem, üniversite arafın ta kendisi olacakken, bir de annesinin kendince normal yaşam döngüsü içinde, salt aklın gerçeklerine uymayan hikayeleri ve 'onlar ne der?' adlı bilinmeyen topluluğu Azra'ya artık fazla gelmiştir yada yetersiz.
  Azra bir gün evinin yakınındaki küçük bir parkta ağır ağır yürürken, ona doğru yaklaşan bir kızla göz göze gelir. Önce umursamaz ama kız gülümsemiştir. Azra arkasına bakar, bir başkası olmalı diye düşünür. Ama kimse yoktur, kız Azra'nın karşısında dikiliverir bir an ve Azra hapşırmaya başlar, çam ağacına da alerjisi vardır çünkü.
  -Piknik yapacağım, bana eşlik eder misin?
  Azra pek şaşırmamıştır. Onun dünyasında bu tür başı ve sonu olmayan diyaloglar normaldir.
  -Elinde ne var?
  -İki tane patatesli börek, kuru kayısı, ceviz ve termosumda da kahve.
  -Patatese alerjim var.
  -Peki...ilaç kullanıyor musun?
  -İlaca da alerjim var. Beni küveze tam koyacaklarken annem kucağına almak istemiş ve enfeksiyon kapmışım. Bu yüzden her şeye alerjim var.
   Kız kafasını öne eğip gülmeye başlar. Bir gece önceden yağmur yağdığı için nemli olan parkta boş bir bank bulur. kırmızı ve büyük cepli paltosundan peçete çıkartıp bankı siler. Otururken elbisesinin kenarıyla dizi aşınmış çorabını gizlice kapamaya çalışır.Boynundaki yeşil kırmızı çizgili fuları çıkartıp Azra'nın boynuna dolar ve oturması için işaret eder. Küçük bir parktır, iki tane kime ait olduğu bilinmeyen bronz heykeli, akmayan çeşmesi, cılız bir iki dal yanında görkemli çam ağaçlarının olduğu bir park. Azra'nın gözleri birden bağcıkları açılmış çamurlu ayakkabılarına takılır. Sol ayakkabısıyla sağ ayakkabısındaki çamurları çaktırmadan temizlemeye çalışır. Ortaya gri bir bulaşık rengi çıkar. Reçine ve sandık kokan fuları boynuna üç kere dolayıp;
  -Ama kahve içebilirim der Azra.
  Boş kalan boynunu kırmızı paltosunun yakalarıyla kapamaya çalışan bu esrarengiz kız, Azra'nın buğulanan gözlük camının astigmat olanına gülümseme işareti yapar. İki nokta, kapa parantez.
   -Varsayalım ben bu küçük parkın ruhuyum ve benden gerçekleştirilmesi için bir dilekte bulunmanı istiyorum. Ne dilerdin?
   Gözlüğünün iki nokta ve kapa parantez kısmından gördüğü kadarıyla;
  -Termosundaki kahveyi tabi gerçekten varsa eğer.
  -Ciddiyim. Bak dik oturuyorum, kaşlarım havada ve sesim olabildiğince kalın.
  boğazını temizler gibi yapıp tok bir sesle,
  -Bir dilekte bulun ey yabancı!!!
  -Uyandığımda yanımda senin olmanı dilerdim.
  Kız ayağa kalkar, üstünü silkeler, elindeki halen sıcak kahve termosunu Azra'nın önce sağ sonra sol omzuna dokundurup onu kutsar. Çantasından üzerinde kiraz ağaçlarının altında, kabarık elbiseli, güneşten korunmak için şemsiye açmış güzel bir hanımefendinin resmi olan iki tane ince porselen fincan çıkartır. Kahvyi termosundan zarifçe fincanlara doldurur. Kimsenin şeker namına herhangi bir talepte bulunmadığı sessizlikten bellidir. İlk yudumları alıp karşılıklı tebessüm edildikten sonra
  -Uyanmasam da olur der Azra...



 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu çok iyi olmuş bence. Hem hikaye etkileyici hem de anlatı.
İyi hikaye için ille de "zor ve rahatsız edici" kelimeler kullanmak gerekmiyormuş. İmla kurallarına uymamak ta şart değil iyi hikaye anlatmak için Bayan Bukowski!