14 Kasım 2012 Çarşamba

:(



   9.30'a kurduğum alarm çaldığında saati ertelemek için kendimden de bir yarım saat ilave etmiştim. Aslında 10.00'da kalkacaktım ve bu küçük oyunu oynamaktan zevk alıyordum.

  İsteksiz bir hareketle her zaman aynı yerde duran terliklerime bakındım, bulamayınca sinirlendim. Onunla beraber olduğumdan beri evdeki eşyaların yeri hiç değişmemişti halbuki, o terlik ısrarla yatağın başucuna konurdu

  Ben bugün onu terk edecektim!! Hangi anda, hangi cümleyle yapacaktım bunu bilmiyordum. 'Biraz daha kahve ister misin' in akabinde yada 'Bu etekle bu kazak olmuş mu' nun ardından. Emin değildim ama bugün terk edecektim.
  İçeride mutfakta sesi geliyordu. Tam şu anda ne yaptığını biliyor olmak beni sinirlendirmişti ve hızlıca balkona çıktım. Emindim, şimdi önce kendine bir bardak su doldurdu, mutfaktaki apartman boşluğuna bakan kenarı kırık küçük camı değiştirmenin zamanı geldi diye düşünerek suyu içti, geçen kış ördüğü ve komik bulduğu için kullandığı beyaz mavi ipli masa örtüsünü çekmeceden çıkarıp buzdolabının kapağını açtı, kahvaltılıkları tepsiye dizdi, bit pazarından aldığı küçük cam kapaklı peynirlikler, zeytinlikler, annesinin yaptığı salçayı içi papatya desenli çukur kaseye koyup üzerine zeytinyağı döktü, doğadaki tüm rutin işler iki kişinin zor sığıdığı o mutfakta gerçekleşiyordu,
    -Yumurtayı omlet mi istersin, menemen mi? diye bi soru sordu.
    -Farketmez..dedim.
  Farketmezdi. Yumurta bugün kırılabilirdi, haşlanabilirdi, adlandıramadığım tüm duygularıma yumurta bile diyebilirdim. Balkon kapısını kapayıp içeri girdim, masaya yaklaşırken evdeki eşyaların renklerinin canlılığı keyfimi daha da çok kaçırmıştı. Bu kadar eşya, bu kadar anı, bir kamyon yanaşsa apartmanın önüne her şeyi yüklese tüm ağırlığım hafifler miydi?. Birden zor nefes aldığımı farkettim. Ya bana 'NEDEN' diye sorarsa? En büyük cevapsızlığım 'NEDEN' sorusu çünkü. 'NEDEN' fobim. 'NEDEN' e diyebilecek hiçbir düzgün yanıtım yok. 'NEDEN' için bir kaç film, biraz kitap ve yemek tarifi verebilirim, ama 'NEDEN ayrılmak istiyorsun' sorusuna nasıl bir cedvap vereceğimi bilmiyordum.
  Kalorifer peteğinin yanındaki ayakları hafiften paslanmış masaya sevimsiz örtüyü serip kahvaltılıkları getirdi. Koltuktan kalkıp masaya gitmem dört adımdan ibaretti belki ama bitmiyordu sanki o yol. Avucuma bir parça ekmek aldım, yeni aldığı kahve makinasından demlediği kahveleri fincanlara doldururken başımı kaldıramadım, bakamadım, teşekkür edemedim, ekmeği yumurtanın sarısına batıramadım, zira artık yumurta sevmiyordum, söyleyemedim, yapamadım. avucumdaki ekmeği ölesiye sıkmaktan bir adım öteye geçemedim,
  -Neyin var, aç değil misin?
  Öylece baktım. Onu ilk gördüğüm gün geldi bir an aklıma, çalıştığım restorana gelmişti. Arkadaşlarıyla sohbet ederken çantası sandalyenin köşesinden düşmüştü ve içenden yere dökülenleri toplarken eteğinden çorabın bittiği ve tenin başladığı yeri görmüştüm. Bembeyaz, sanki yıllardır güneş yüzü görmemiş bacaklarına bakakalmıştım, utancım şehvetin kattığı heycanla kan akışımı hızlandırmıştı. Yanına yaklaşıp yardım etmeye çalıştığımda nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum.
  Masadan kalktım, tek kelime bile edemedim. Birden içimdeki koca boşluk derin bir nefes almıştı, bütünüyle yer kaplayan duygularım, hacmi geniş çift kişilik yaşantım tuzla buz olmuştu. Ne bu mutfağa, ne bu yatağa, ne bu balkona, ne bu şehire sığıyordum. Koridorda yürüyüp banyonun önünden geçerken avucumda hunharca sıktığım ekmeği farkedip elimi gevşettim, durmadan damlatan musluğun tamir edilmesi gerektiğini hatırladım, üstümü değiştirip lacivert bordo kareli gömleğin düğmelerini yukardan aşağı doğru ilikledim, haftalardır suyunun değişmesini dört gözle bekleyen bardaktaki çiçeğin suyunu değiştirdim, eğilip kenarları çift tokalı kahverengi ayakkabılarımın bağcıklarını bağladım, bir çift cümle kurmak istedim, sadece bir çift, sonra kelimelerin ne kadar anlamsız ve yük olduğunu farkettim, amacını aşan bütün kelimlerden kurtulup bir daha geri dönmemek üzere evden çıktım.


  
  


Hiç yorum yok: