20 Aralık 2012 Perşembe

:/



    İsteksiz bir hareketle geri gelmiştim masaya, minderi olmayan ahşap sandalyeye oturmuştum..İçim sandalyeden daha rahatsızdı.

    İlhamımı kaybettiğim bu dönemeçte anımsamıştım seni..vanilyayla çilek karışımı kokan sevgili Eylül sarıgiller...'Sen nasılsın, neler yaparsın' sorularının eşiğindeydim. Verebilecek cevaplarım, anlatacak güzel hikayelerim olsun isterdim. Ama hayatımın kısm-i azamı A noktasından B noktasına bir türlü gidememekten ibaretti. Mantık yardım etmiyordu, müştereklik ölmüştü...İnsan tabiatının gereği gülümsemiştim, ama suratımda eğreti durduğunun farkındaydım..

    Sevgili Eylül..Eylülcüğüm,

  Öğretiler üzerine hareket ediyoruz. Bir şekilde biliyoruz ne zaman arayacağımızı, ne zaman yemek yiyeceğimizi, ne zaman öfkelenip, ne zaman öpeceğimizi. Anlık hareketlerden korkuyoruz, manevi açlık çekmemize rağmen düstursuzca çekip gidiyoruz. Anlatıyor karşımdaki, en sevdiği filmleri, okuduğu kitapları, eski sevgililerini, ayrılıklarını. Gerçek tam bu anda nedir eylül? Bakış açısı mı? Somut bir varlık mı? Gerçek beyaz lake üzerine yeni cilalanmış bu masa mı? Duvardaki boş bir tarlanın resmi olan yağlı boya tablo mu? Üzerinde şeker, tuz, çay yazan kavanozlar mı? Gerçek bir avuç dolusu kuru analizlerim mi? Planlarım mı? Kaygılarım mı?.

   Birden 'bilmiyorum' demiştim..Karşımdakinin tam olarak ne sorduğunu hatırlamıyorum ama ağzımdan dökülüveren kelime bu olmuştu..Bilmiyordum..Kendi bilmezliğimle alay ediyor, kendi bilmezliğime övgü dolu methiyeler diziyordum...Gözbebekleri küçülmüştü, artık bakışlarını benden kaçırıyordu, eli daha sık telefonuna gider olmuştu. Sevmemişti beni, hoşlanmamıştı benden. Kabulümdü. Mağlubiyet hakkında çok şey bilirdim, mükafatımdı.

  Sevgili Eylül...Eylülcüğüm,

  Parmaklarını saçlarımın arasında gezdirdiğin o gün, bana yaklaşan bütün gölgelerin her şey olacağını, her yeri kaplayacağını, içimdeki koca boşluğu dolduracağını  ve seni hatırlamak için meşguliyetlerimi bahane edip o masayı terk edeceğimi aslında biliyordum, biliyordun..