4 Mayıs 2014 Pazar




  2014'ün Mayıs ayının ilk haftalarındaydık. Hava yağmur yağarken incecik tişörtle oturabilecek kadar değişkendi.

  Verimli yılları geride bırakmış gibi üstüme iki beden büyük duran olgun tavrımla ve ağır bir hareketle bardaklarımıza rakıları doldurmuştum. Kadehin bir parmak yukarısına geldiğimde yavaşlamış, göz teması kurup 'kafi' demeni beklemiştim. İki üç meze söylemiştim, haydari, pilaki ve humus..Usülen çatalın ucuylu yemekle yememek arasındaki oyunu oynuyordum. Can alıcı güzelliği, kalp kırıcı temasları tam o anda masaya yatırdığım cerahatim sayesinde yendiğimi sanıyordum. İkinci kadehi doldururken yanlış yönde hızla yokuş aşağı sürüklenmenin üzerimde bıraktığı his tam olarak, sinek ısırığını çılgınca kaşımakla eşdeğerdeydi. İçimde bazen, ağaçların üzerinde duran ve aniden göğe doğru uçan kuş sürüleri gibi gitmek, ama koşarak gitmek hissi beliriveriyordu. Böyle zamanlarda küçük hikayeler anlatırdım ve onlardan birini anlatmaya başladım hiç ellememiş olmamıza rağmen her seferinde değişen kızarmış ekmeğin üzerine erimiş tereyağını sürerken:

  "Tanju Okan çok aşıkmış bir zamanlar ve her gece aynı meyhaneye gider, içer, küfelik olur sandalyeler masaya ters çevrilene kadar ağlarmış, gece sonunda onu eve götürürlermiş. Ve ertesi gün ve ertesi gün aynı hikaye tekrarlanırmış. Bir gün yine teselliyi içki kadehinde aradığını sananların etrafında olduğu o akşamlardan birinde arkadaşı onu alıp eve götürmüş, yatağa yatırmış, o esnada radyoda bir şarkı çalıyormuş ve Tanju Okan'ın içeride hıçkırarak ağlayan sesini duymuş arkadaşı ve bu melodisi bile yıkıma sebep olan şarkıya o gece sabaha kadar söz yazmış. Ortaya 'Kadınım' şarkısı çıkmış"...
  
  Kimi zaman sokaklara aşık olursun, bir melodiye, kısa ve sadece senin farkettiğin bir zaman dilimine, kaygı duymadan, ılık bi küvetin içinde oturmuş gibi öylece dinlemiştin beni. Belki Tanju Okan'dım bu hikayede, belki şarkı yazan arkadaşıydım, belki şarkının ta kendisiydim. Önemi yoktu ama küçük bir sahil kasabası olduğunu zanneden Ankara gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi yanındayken.

  Ana yemek istemediğimizi işaret etmiştim garsona..az konuşan halden anlayan ve tavrı olan bir garsondu. Şarkı isteyip istemediğimizi sordu, kaçınılmaz olarak kadınımı çalarsa memnun olacağımı söyledim. Küfelik olup, en yakın arkadaşımın omuzlarında ağlayıp, sonrasında yatağa yatırılıp başucu suyumla yalnız bırakıldığımı iliklerime kadar hissetmiştim şarkıyı dinlediğimde. Başım ve çenem paralel bir şekilde dikti aslında, yere kapaklanacak durumumu fizik kurallarını ihlal ederek atlatmıştım.

  Bir kaç küçük hikaye daha anlatmıştım, açılan yara izlerimi kaşıyıp sevmiştim ve hiç dokunmamamıza rağmen yeni kızarmış ekmeklerimiz masaya gelmişti. Garson halden anlıyordu sahiden, omuzuma iki kere dokunmuştu ve sadece o an ağlamıştım.



23 Ocak 2014 Perşembe


  Masanın üzerinde birazdan tutacağımdan habersiz beyaz ellerinin haşlanmış yumurtayı soymasını izliyordum. Sıcak olmasını bilmene rağmen elinin acımasından zevk alırcasına bırakmıyordun yumurtayı. Bense filmlerdeki arkadan on saniyeliğine geçen dosya taşıyan yada telefonla konuşan figüran gibi duruyordum yanında.

  Günlerden pazartesiydi, kışın ortasında olmamıza rağmen hava tedirgin edici derecede sıcaktı. Sıkışmış hissediyordum kendimi, kapağı sıkışmış kalmış bir kavanoz gibiydim. Kurtarıcı bir an bekliyordum tüm tedirgin tavrımla. Kapı çalabilirdi, telefon gelebilirdi, elektrik kesilebilirdi. İçine saplandığım durumdan zarif bir manevrayla çıkabilirdim. 
  Günlerden salı mıydı yoksa? Yaşım ilerledikçe annem gibi davranmaya başladığımı farkediyordum. Konuşmaktan kaçtığım her an bulaşık yıkamak yada 'biraz daha ekmek ister misin' gibi cümleler benim kurtarıcımdı. Belki de bu yüzden çay seven topluluğun bir parçasıydık. Susmak ve susturmak için en ideal hareket bitmeyen çayı sorgusuzca boş gördüğün bardağa ilave etmekti.
  Günlerden çarşambaydı galiba. yumurtayı ikiye böldün. tuz, karabiber, kimyon serptin, yumurtadan hoşlanmıyor olmama rağmen diğer yarısını tabağıma koyup 'Kimyonsuz yumurta yumurta değildir' deyip kendi payını tek lokmada yedin. Masadan kalktın, musluğu açıp parmak uçlarını suya değdirip özensizce yıkadın. Soğumuş kahveni içtin, yüzündeki memnuniyetsiz ifadeni dünyanın en güzel gülümsemesiyle örttün. 'Saat yönünde kapanmayan musluklardan hep nefret etmişimdir' dedin. Bir iki cılız espiri denemelerimden sonra günün perşembe olduğuna ikna olmuştum. Bit pazarından aldığın eski paslanmış pötibör kutusunu masanın üzerine koydun, kutuyu açtın ve herhangi bir uhrevi amacın olmadan ince bir sigara yapıp bana uzattın ve 'Bugün günlerden cumartesi ve bana her şeyi anlatmalısın artık. Önerdiğin filmler, dinlememi istediğin şarkılar, çektiğin fotoğraflar yetmiyor. Gerçek cümleler istiyorum, beni omuzlarımdan sarsacak gerçek kelimelere ihtiyacım var' dedin.
  Bence bugün günlerden pazardı ve daha izlemediğimiz bir sürü film dinlemediğimiz şarkılar vardı ve benim yapabildiğim tek şey 'Dur sana bi kahve yapayım' dan bir adım öteye gidemiyordu.