İki keçinin çektiği arabayla gökyüzünde dolaşan Thor çekicini tüm gücüyle sallıyordu bu sabah. Yağmurun yağması yetmezmiş gibi şemsiyeleri ters çeviren rüzgarda çıkmıştı.
Kahve acil olmazdı ki! Fincanı ısıtmalıydım, süt ister misiniz diye sormalıydım, kalın fincanlarda kahve içmenin keyifsizliğinden dert yanmalıydım. Kahvesini daha hazır etmeden parayı cüzdanından çıkarıp barın üzerine bıraktı. Öfkeli miydi? Üzgün yada uykusuz muydu? Belki de hava 8 derecedeyken kamusal alanda çalışmanın verdiği zorunluluktan giydiği ince çorapları yüzünden üşüyordu yada sadece böyle biriydi, buydu. Ayaklarını yere vurarak yürüyen, göz teması kurmayan aceleci biriydi. Yine de kasıklarımın arasında beyaz vücudunu hayal etmekten kendimi alamıyordum. Kısa saçlarının önüne düşen buklelerindeki beyazlıklar gözle görülebiliyordu. Hareket ettikçe mandalina yada limon karışımı bir koku geliyordu burnuma. Sıkışmış bir kavanozun kapağını açamayacak güçsüzlüğe sahipken, hangi tavrından cesaret bulup sohbet edebilirdim ki?
Başını yavaşça sola çevirip gözlerini boşluğa dikti, elini hafifçe kaldırıp boşlukta gördüğü her ne ise onunla konuşur gibi konuştu benimle:
yumuşacık sesiyle konuşurken, en sevdiğim şarkının nakaratında kapattığım gibi kapatmıştım gözlerimi. Hiçbir kelimeyi hiçbir duraksamayı hiçbir nefes alıp vermeyi atlamak istemiyordum.
İçine düştüğü boşluktan kafasını hafiçe çevirdi ve ilk defa göz göze gelmiştik. Dakikalar? Saniyeler? İnsan hiç tanımadığı birini özleyebilir miydi?
Thor çekicinin şidettini arttırdıkça ne kadar güzel bir gün dedim. Neyi algılayıp neyi hayal edeceğimi, bana anlam kazandıranı tüm 'şeyler' arasından seçen bensem o halde bir sabah uyandığında mecburiyetlerinden az önceki zaman diliminde omzunu öpen, kahveni getiren, ayaklarımı beline dolayan bendim ta kendisiydim..