Kovalamacanın akabinde ayaklara inen atalet duygusu gibi bir dönemden geçiyorum. Mütevazi
zeminim bazen kaygan bir hal alıyor, bazen de boşluklara, aralıklı kapılara bırakıyor kendini. Zihnimin meşguliyetlerini avuçlarımın içinde tutmaya çalıştığım zamanlarda debateye girerken buluyorum kendimi kendimle.
Anlamamayı anlamaya tercih etmek isteği ile dolup taştığım bir dönemden geçiyorum. Enlemi boylamı, uzaklığı yakınlığı, sıcaklığı soğukluğu hissetmeden tatsız yemekler yemek istiyorum. Tüm nesnelleştirdiğim, kristalize ettiğim duygularımı rafıma kaldırmak istiyorum.
Belirleyici olan rafine anıları silmek niyetindeyim. Kâni olmaya her an meyl eden zihnimin bir kısmını letarji seviyesine taşımak istiyorum.
Belirleyici olan rafine anıları silmek niyetindeyim. Kâni olmaya her an meyl eden zihnimin bir kısmını letarji seviyesine taşımak istiyorum.
Verdiğim kararlarımın kişiliğimin bir yansıması olarak gördüğüm o kendimi en iyi ifade ettiğim zamanlar en güzel çelmeyi kendime attığım zamanlar aslında. İkinci tekil ile başlayıp kurduğum tüm cümlelerimin öznesinin ben olduğunu bana yine içeriden gelen tık tık sesiyle ben söylüyor olacağım. Hastalığı benzerleriyle tedavi etme yöntemine başvurmayı istediğim, izâhât edecek gücü bulamadığım, infial duygusunun tüm duygularıma baskın geldiği bir dönemden geçiyorum.
Mukavemetini kaybedince merkeze doğru büzüşen gergin nesneler gibi hissediyorum. Farkındayım, kurduğum tüm stratejiler belirtileri manipüle etmek üzerine, sebebini yok etmek üzerine değil! Kendimi sabote etmek istediğim bir dönemden geçiyorum. Camus’un dediği gibi:
‘İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır’