Paranoyak ketumluğumun müsaade ettiği sürece en yalın haliyle anlatmak isterim size onu ilk gördüğüm günü yada sadece o günü.
Tecrübelerin bahşettiği ölçüde kalabalıklardan, yeni tanıştığım insanlardan uzak duran, kendime yakın bulamadığım harici nesnelerle temasa geçemeyen, sürdürülebilir bir öz güvene sahip olamayan, tevazu göstermekten usanan beynimin doğru zamanda doğru cümleyi bir türlü kuramayan biri olarak lojistik anlamda hazırlıksız yakalandığım bir davetteydim o gün. Katılmamak için sıraladığım kimine göre bahane bana göreyse paha biçilemez sebeplerim beyhudeydi ve oradaydım.
Elimdeki kadehime sıkı sıkıya bağlıydım. Eviriyordum, sağ elimden sol elime aktarıyordum, kendi ekseninde çeviriyordum, boş kalmasına asla izin vermeyip yenisini dolduruyordum. Durmak, eylem olarak nefes almak kadar zahmetsizdi benim için.
Suratıma takındığım gülümseme o akşam giydiğim elbise ile mükemmel bir bütünlük oluşturmuştu. Bazen yanımda beliren ikili üçlü gruplara bir iki cılız espiri denemeleri yaptığımı bile itiraf edebilirim.
- İyi seneler, deyip kadehini kadehime tokuşturduğun o an mıydı acaba ilk karşılaşmamız?
- Affedersin, sanırım yanlış kişinin doğum gününü kutluyorsun,
- Ben yeni yılı kutluyordum aslında,
- Şubat ayındayız,
- Ocak ayında çok hastalanmıştım. O epizotu kaçırdım,
- Pekiala, iyi seneler o zaman.
Karanfil yada reçine emin değilim ama burnuma sen hareket ettikçe gelen koku bunlardan biriydi.
Aklımın ivedilikle tüm olumsuz düşünceleri açığa çıkarmasını bekledim, çünkü an meselesiydi benim için, ama hiçbir davranışın zihnimde çirkin sayılabilecek kapıları açmaya yetmemişti ve bu benim için şaşırtıcı ölçüdeydi, yeniydi, hatta tedirgin ediciydi.
- Kendime bir içki daha alacağım, ister misin?
- Evet biraz daha şarap hiç fena olmaz,
- Emin misin?
- Şaraptan mı?
- Kadehsiz elinle bir süre baş başa kalmaktan?
İtiraf etmeliyim komikti ve güldüm, üstelik bu ayna karşısında tekrarladığım çalışılmış bir gülümseme değildi. ‘Memnuniyetsizliğimin fonksiyonel bir davranışı değil bu’ demek istedim. Ama fazla uzun cümle kuruyorsun ve insanları yoruyorsun diyen arkadaşlarımın sözlerini hatırladım. Böyle zamanlarda işlevsel tavsiyelerin ortalarda gözükmemesi aşağı hatta daha da aşağı çekiştiren önerilerin pirüpak bir şekilde zihnimde yer etmesi keyfimi kısa bir anlığınada olsa kaçırmıştı.
- İdare edebilirim bence,
dedikten sonra ellerimi elbisemin ceplerine koydum. Yanaklarımın şaraptan kızardığını düşünmek istedim ama o elinde iki kadeh şarapla geri gelip, burnunu kulağıma kadar yaklaştırıp,
- Kırmızıydı değil mi? demesinden bunun sadece şarabın etkisi olmadığını anlamıştım.
Onu ilk o gün mü görmüştüm emin değilim. Tahmin etmesi zor doğası mı, içinden çıkmana izin vermeyen soruları mı, disiplinsiz gibi duran ama aynı zamanda şiirsel bir alan da yaratan sosyal iletişim şekli mi orada uzunca bir süre kalmamı sağlamıştı hala tam olarak hatırlamıyorum.
- Bahçe kapısına yaslanan siyah boğazlı kazak giymiş kişiyi görüyor musun? O benim eski sevgilim, iki hafta önce ondan ayrıldım,
- Pekii. Bunu şu anki iletişimimizi etkileyecek bir bilgi olarak mı yorumlamalıyım? Özlüyor musunun onu mesela? Üzgün yada heyecanlı mısın?
- Sınıfsal kimliği göz önüne sokmak gibi performatif üslubu olan birisini özler miydin yada onu gördüğün için heyecanlanır mıydın?
- Bir zamanlar sevgilin olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu bilgi ama,
- Evet, doğru. İlk zamanlar bunu ‘rafine zevkler’ diye kodladığımı itiraf etmeliyim ve nasıl göründüğünün farkındayım,
- İlişkin ne kadar sürdü?
Gülümsedi. Vereceği cevabın süresi, kafamda onu bir yerden alıp başka bir yere taşıyacağımı düşündürtmüştü ona muhtemelen. Aslında hepimiz biliyorduk rafine zevklerin aksi anlamının ne olduğunu,
- Benimle flört mü ediyorsun? demişti aniden,
- Altı ay?
Biraz daha sokulup,
- Belki de benimle öpüşmek istiyorsun?
- Hayır olamaz, bir yıl mı? Gerçekten mi?
Aynı anda gülümsemiştik. Artık ayak uçlarıma kadar kırmızıydım ve bundan rahatsızlık duymuyordum. Tam bu noktada etrafımda tanıdık yüzlerin olmamasından duyduğum mutluluk mahcubiyete dönüşmüştü, bazen eylemlilik eksikliği gösterirdim hem davranışlarımda hem hislerimde. Bunu onaylayacak yada ertesi günü hatırlatacak tanıdık kimsenin olmaması davranışlarımda ve hislerimde eşit ölçüde makul haraket etmemi sağlıyordu ve rahatlatıcıydı.
- Bir yıl, ama bir kere ayrılma teşebbüsü göstermiştim. Zayıf insanlara karşı bir zaafiyet durumum var. Onu çaresiz görmek, hatta ağladığına tanık olmak ayrılma fikrimden vazgeçmemi sağlamıştı. Bana muhtaç olduğunu düşünmekten zevk alıyordum sanırım.
İçkilerimiz bitmişti, bu sefer yeni içki getirmeyi ben teklif etmiştim. Gitmesi gerektiğini söyledi, istersem onu arayabileceğimi, kahve içebileceğimizden bahsetti. Ne yüce gönüllülüktü bu diye içimden geçirip gülmüştüm. Sanırım son bir saattir her şeye gülümsüyordum.
Hayatıma ne zaman hangi ara girip hangi ara çıkacağını asla kestiremediğim ilişkimin başlangıç hikayesi mi demeliyim yoksa bitiş hikayesi mi bilmiyorum. O yokuş aşağı sürüklenmenin ilk tohumlarının atıldığı gündü o gün. Aylardan şubattı, yeni aldığım minik topuklu ayakkabı ayağımı sıkıyordu, bir şarap daha içmiştim, kontrolsüzce gülümsüyordum, dışarıda hava keyif verici derecede soğuktu, yanaklarım kırmızı, ellerim gümüşi bir renkte görünüyordu ve şarap kadehini hunharca sıkmaktan ne ara vazgeçmiştim acaba diye düşünmeye başlamıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder